Avusturalya’da doğup büyüyen sosyolog ve seyahat yazarı Lisa Morrow, çocuk yaşlarından bu yana garsonluktan, muhasebeciliğe kadar pek çok alanda çalışmış. Üniversiteyi bitirdikten sonra ise Sosyoloji ve İngilizce öğretmenliği yapmaya başlamış. Bundan 24 yıl önce ilk kez gezmek için geldiği Türkiye onun hayatında önemli bir dönüşümün de başlangıcı olmuş. Turist olarak İstanbul’a gezmeye gelen ve bu topraklara, insanların sıcaklığına hayran kalarak Türkiye’yi bir uçtan diğer uca dolaşan Morrow Türkiye ile bir daha hiç bağını koparmamış. Türkiye üzerine birçok kitabı da kaleme alan Morrow, aynı zamanda ülkemizin dünyada tanıtımı için de gönüllü elçilik yapıyor. Türkiye’yi neden çok sevdiğini Morrow anlatırken şunun altını çiziyor: “Aynı dili konuşamadığım insanlarla gönül diliyle nasıl güzel bir bağ kurulduğunu keşfettim ve bu bağ beni çok etkiledi.” Öyle ki Türkçe bilmeden bu gönül diliyle anlaşarak İstanbul’dan sonra Göreme, Pamukkale, Kaş, Nemrut Dağı ve Trabzon’a kadar giden ve burada insanlarla tanışan Morrow aslında ilk olarak yolu bu topraklara biraz da tesadüfen düştüğünü söylüyor. İngiltere turuna çıktığı yıllarda tanıştığı bir arkadaşı Yunanistan’a gideceğini söylemiş. Morrow da onunla birlikte yollara düşmüş ve birlikte Rodos’a gelmişler. Morrow ise oradan ayrılıp Marmaris’e geçmiş. Morrow, “Marmaris’te yöre halkıyla tanıştım. Onların konuşmaları çok hoştu” diyerek ilk Türkiye ile izlenimlerini paylaşıyor. Marmaris’ten ise otobüse binip İstanbul’a gelen Morrow, Sultanahmet’te bir hostelde kalmış. Morrow Kapalıçarşı, Eminönü, Eski Galata Köprüsü, Fatih ve Balat gibi pek çok yeri yürüyerek gezmiş. İstanbul’a geldiği ilk sene üç ay kalan Morrow, “Baktım, gördüm. Çok şaşırdım, çok heyecanlıydım. Sultanahmet ve Eminönü çevrelerinde bazı kadınlar hâlâ geleneksel kıyafetlerini giyiyorlardı” diyerek ilk izlenimlerini paylaşıyor. Daha sonra İstanbul’dan Nevşehir Göreme’ye giden Morrow, Göreme’de ise iki ay kalmış. “Atlara, develere bindim” ifadelerini kullanan Morrow, “Öğleden sonra da kadınlarla örgü örerek kazak yaptım. İlk geldiğimiz zamanlar çok güzel zamanlardı” şeklinde o günleri dile getiriyor. Bir köyde bir süre yaşayan Morrow, “Köydeki insanlar için hayat zor ama onlar doğru ve iyi insanlardı. Benimle konuşuyorlardı, yemeklerini paylaşıyorlardı. 10 sene önceki bu hislerim Türkiye’ye daha çok bağladı beni” diye anlatıyor.
Ailevi sebeplerden dolayı Avusturalya’ya dönmek zorunda kalan Morrow, 3 yıl sonra bir arkadaşının teklifi ile Erciyes Üniversitesi’nde çalışmaya başlamış ve iki yıl burada görev yapmış. Morrow, otobüste yaşadığı bir anısını şu sözlerle paylaşıyor: “Bir gün otobüse bindim yayla zamanıydı. Kadınların hepsi şalvarlıydı. Kendi aralarında konuşuyorlardı. Bir tane çocuk vardı. Belki de ben onların gördüğü ilk yabancıydım. Küçük bir kız çocuğu annesine, ‘Anne, bak mavi gözlü bir kız var, yabancı’ diye bağırmaya başladı ve otobüsteki herkes durup bana döndü. Ben de güldüm. ‘Evet, mavi gözlü bir kız var’ dedim. Kayseri’ye o yıllarda çok az yabancı gelidği için çocuga değişik gelmiştim.”
Bir gün alışveriş yaparken bir gencin “Merhaba Lisa Hanım” dediğini kendisinin de genci tanımadığını söyleyen Morrow, o anları da şu sözlerle anlatıyor: “Pardon, siz kimsiniz” dedim. Genç de ‘Biz tanışmadık ama herkes sizi tanıyor’ dedi.”
Babasının rahatsızlığı yüzünden eşiyle tekrar Avusturalya’ya dönen Morrow, babasının vefatı sonrasında bir dönem kendi ülkesinde yaşadıktan sonra “Her zaman kalbimde Türkiye vardı. Aklım hep orada kalıyordu. 2011’de Türkiye’de yaşamaya karar verdik. Çünkü Türk insanı çok sıcakkanlı” diyerek İstanbul’a yerleşmeye karar vermiş. Morrow Türklerin en çok birbirleriyle kurduğu sıcak ilişkiyi seviyormuş. Bunu da şöyle anlatıyor: “Türk insanı ‘Merhaba, nasılsın, ailen nasıl? Annen, baban, çocuklar ne yapıyor, mezun oldu mu?’ şeklinde sohbet ediyor. Ama Avusturulya’da ise insanlar iletişim olarak birbirine çok uzak. Avusturulya’da bazen iş bazen siyaset konularından konuşuluyor, sohbet çok fazla yok. Bense küçüklüğümden beri konuşmayı çok seviyorum ama kendi ülkemde bu kadar çok konuştuğumda insanlar bana tuhaf biriymişim gibi bakıyor. Çok yalnız biri, hayatında kimse yok gibi bakıyor. Ama burada insanların her zaman sohbet etmeye zamanı var. Türk insanı çok kibar, hal hatır sorması çok ilginç. Mesela Avusturalya’da 15 sene oturduk. Oradaki komşularımızla dahi hiç tanışmadık, sohbet etmedik, sadece karşılaştık. İstanbul’da ise her yerde insanlar arkadaşlık yapmak istiyor. En basitinden Avusturalya’da bir yer sorarken bile insanlar hemen ‘bilmiyorum’ diyor ama burada bilmeseler de hemen yardımcı olmak için elinden geleni yapıyorlar. Benim ülkemde yabancı kişilerle konuşmayı pek sevmiyor insanlar. Burada ise insanlar arkadaş canlısı, çok yardımsever, sıcakkanlı ve en önemlisi de sabırlı. Türk insanın bu sıcakkanlı sohbeti beni cezbetti ve İstanbul’a yerleşmemi sağladı. Burada kendimi evimde gibi hissediyorum ama ne zaman kendi ülkeme gitsem kendimi artık yabancı hissediyorum” diyor.
“İstanbul’u çok seviyorum ama çok kalabalık. Enerjisi çok yüksek ve heyecanlı bir şehir. Ama ben çok yoruldum” şeklinde gülerek ifade eden Morrow, “Ben mesela plan yapmak istiyorum. Ama bir mesaj geliyor. ‘Akrabam köyden geldi’ diye iptal ediliyor. Burada hayat çok çabuk değişiyor” şeklinde İstanbul’un hızına yetişemiyor Morrow. Türk halkını ise hem geleneksel hem çağdaş olarak tanımlayan Morrow, İstanbul’da en sevdiği yerin ise Eyüp Sultan olduğunu söylüyor. Morrow, “Eyüp Sultan beni çok cezbediyor. Eyüp Sultan’a ne zaman yürüsem sanki 100 yıl önce yürüyormuşum gibi hissediyorum. Bir akşam arkadaşlarımla Ramazan’da gittim. Bütün avlu çok kalabalıktı. Herkes hep beraber aynı şeyi hissediyor aynı ve aynı şeyi yapıyordu” diye anlatıyor.
Evinde Türk yemekleri pişirmeyi sevdiğini dile getiren Lisa Morrow, eşinin çok iyi Türk yemekleri pişirdiğini ifade ediyor. Morrow, “Özellikle Çerkes tavuğu çok seviyorum ve pişiriyorum. Ama mercimek çorbası, kuru fasulye ve nohut pişirmeyi de çok seviyorum. Türklerin çok güzel hamur işleri var ama kilo almamak için börek ve hamur işleri pek yapmıyorum. En tuhaf gelen yemek ise kelle paça. Bir kere kelle paça denedim. Çok tuhaftı ” şeklinde anlatıyor.
Morrow, İstanbul’da karşılaştığı ilginç anılarını da şöyle aktarıyor: “10 sene önce telefonda teyzemle konuşurken dışarıdan bir ses geldi. Pencereden bir baktım. Bir adam etek giymiş köçek oynuyor. Teyzeme anlattığımda o da şaşırmıştı. Yine başka bir zamanda kapıcının babası vefat ettiğinde Mevlüd yapılmıştı. Ölen birinin arkasından yemek dağıtılıyordu. Çok ilginçti benim için. Mesela dövme yapanlar da çok tuhaf geliyor bana. Çünkü çocukken zihnimde sadece cezaevindeki kişiler dövme yaparlardı şeklinde kalmış. O yüzden buradaki dövmeli kişiler tuhaf geliyor. Burada gördüğüm dövmeli kişiler bana onları hatırlatıyor.”